İnsan, madde ve mânâ âleminden yaratılmıştır. İnsanın sağlıklı olarak yaşayabilmesi için, yeme, içme, dinlenme gibi maddi ihtiyaçlarının karşilaması gerekir; akıl, ruh, kalp ve nefis gibi unsurlardan oluşan manevi vücudu da, gerekli olan nur gıdasını alması gerekir. Bizi diğer varlıklardan bu özelliklerimiz ayırır.
Yerlerin ve göklerin üstlenemedigi ulvi kulluk görevini almış olmamız ve bu özelliklerle donatılmış olan insanoğlu, yaratıkların en şereflisi olma farklılığıyla kendi yerini doldurmaktadır. Bu nedenle insan bulunduğu konum ve özellikleri gereği, madden ve mânen kendisi için hayırlı ve doğru olanı bulmalı ve yaşantısına tatbik etmelidir. İnsan hayatı için esas olan bu ihtiyaçların tedarik edilmesi çabasi sürekli olarak var olmuştur. Tasavvuf, yani tarikat da bu ihtiyaca binaen ortaya çikmis bir yol ve metoddur.
Sürekli ve hızla dış dünyamız gelişip değişirken, buna paralel olarak iç dünyamız aynı süreçten mahrum kalarak ihmal edilmektedir. Bu yüzden maddi yönden tatmin olan insanoğlu, içindeki bu eksikliği dolduramamanın boşluğuyla acı çekmektedir. Bu eksikliği yok etmenin en önemli yolu kalplerimize yönelerek gönül evlerimizi yeniden inşa etmektir. En basit bir işin bile bir ustası varken böyle önemli bir işin de bir ustası vardır. İşte bizler için Tasavvuf bu noktada en güzel referans kaynağıdır.
İnsan mevcut varlığıyla istikamet aldığı yönde, işaretler yardımıyla yol alır.
Tasavvuf: insanın maddi ve mânevi kişiliğinin uyum içinde sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşayabilmesi için, manevi vücudun, mânevi ölüm ve hastalıklardan korunması, insanın dünya ve ahirette sıhhatli olarak yaşayabilmesi için çizilmis bir yoldur. Ve bu ihtiyaca binaen ortaya çikmis eğitsel bir kurumdur.
Her yolun kendine has bir kural kaide ve yöntemi vardır. Nitekim bu değerli manevi eğitim kurumunun da kendi içinde eğitsel faaliyetleri olarak adlandırabileceğimiz bazı kuralları vardır. Şah-ı Nakşibend (ks) buyuruyor ki “Yolumuz ender bulunan yollardandır. Sağlam halkadır. Rasulüllah (sav) Hz. Muhammed Mustafa’nın sünnetlerine tutunmaktan başka bir şey değildir. Ashab-ı Kiramın takip ettiği yolu izlemekten başka bir gaye yoktur” sözüyle tasavvufun özünü açıklamıştır. Dolayısıyla tasavvuf yolundaki işaretler ve eğitsel faaliyetler bizleri Kur’an ve Sünnet eksenli bir hayat yaşantısına sevk etme amacı taşimaktadır. Bu yola başvurmuş kişi önündeki kural ve işaretler doğrultusunda yol alırsa, ihtiyacı olan mânevi nuru tedarik etmiş olur. İnsan manevi hayatını canlı tutması için gerekli olan bu mânevi nuru, Allah-u Teala ve onun Peygamberleri ve varisleri olan velilerin vasıtasıyla alırlar.
O halde Allah dostları olan velilerden istifade etmeli onların sunmuş olduğu reçeteler doğrultusunda kalbimize, gönlümüze ve hayatımıza yön vermeliyiz. Manevi olarak insana hayat veren bu yolun hakkıyla mensubu olabilmenin diğer adına da tasavvuf ta “dervişlik” denir. Derviş olma, gönül ehli olabilmedir. Sa'dî'nin deyimiyle, "Derviş gönül ehlidir, Allah adamıdır. Çignendikçe daha iyi ürün veren toprağa benzer. Sevimli ve güzel yüzlüdür, soğuk tabiatlı ve asık suratlı değildir. Herkesi anlamaya ve derdine deva bulmaya çalisir. Ermiş ve ergin bir insandır. Dervişin eli, gönlü ve bedeni boştur; elinde mal, gönlünde mal edinme arzusu bulunmaz, bedeniyle günaha girmez. (Ahmed-i Câmî, s.216)
Her tasavvuf erbabı bir derviş olma yolundadır. Gerçek manasıyla tasavvufu benimsemek ve tatbik etmek, bireysel ve toplumsal manada, barış, huzur ve mutluluğun da teminatıdır.
İlhan POLAT