DAVA AİLEYİ EĞİTMEKTİR
“(Önce) En yakın hısımlarını uyar. Ve sana uyan müminlere kanadını indir. Şayet sana karşı gelirlerse, de ki: "Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak uzağım." (Şuara 214-215)
Hz. Resulullah (sav) Hira mağarasında aldığı “Oku!” emriyle heyecan içinde hızlı adımlarla dağdan indi. Yukarıda melekler, aşağıda taşlar, ağaçlar, her şey peygamberin peygamberliğini kutluyordu. Tir tir titreyen peygamber hiçbir şey söylemeden evine gelip bir örtünün altına girerek olanları anlamaya çalıştı.
Bu esnada birincisinden daha sert ve kesin ikinci bir emir nazil oldu. Allah’u teala emrediyordu.
“Ey örtüye bürünen habibim! Kalk ve korkut. Rabbini yücelt. Elbiseni temizle. Pislikten sakın. Yaptığını çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret.” (Müddessir 1-7)
Peygamber (sav) bu fermandan sonra üzerindeki örtüyü atarak yattığı yerden kalktı. Artık görevini yerine getirme zamanıydı. Kendisi için başka seçenek kalmamıştı. Emir katiydi. Yedi kat gökten geliyordu. Gereken yapılacaktı.
İlk olarak Hz. Peygamber (sav) davetini en yakını olan hanımına götürdü. Hanımı şek ve şüphe göstermeden kendisine iman etti ve davasına katılan ilk insan olma şerefini kazandı. İkinci olarak, dava Peygamber Efendimizin yanında kalan küçük çocuk Hz Ali’ye iletildi. Hz Ali de İslam’la müşerref olan ilk çocuk oldu. Sonra da dava, Peygamberin (SAV) hizmetçisi Küçük Zeyd’e ulaştı. Bu güzide insanlar Allah Resulüne iman ettiler.
Böylelikle Allah’ın ilk emri, küçük bir aile olan peygamber ailesine iletilmişti. Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Zeyd, peygamberin (sav) çekirdek ailesiydi. Ve o öncelikle Allah’ın ilk emriyle ailesini İslama kazandırdı.
Peygamber (sav) zamanından bin beş yüz yıl geçmiş olmasına rağmen Müslümanlar için durum Peygamber Efendimizin Hira Mağarasından inişinden farklı değildir. Tek fark, Peygamber Efendimizin şahsı yerine onun getirdiği Kur’an ve iman inançlarının bizlerin arasında saf ve berrak bir şekilde bulunmasıdır.
Günümüzde maalesef İslam’ın yayılması ve yaşanmasını engellemek için nice Firavun ve Nemrutları cebinden çıkaran, İslam düşmanları türemiş, İslam’ın yayılmasına ve yaşanmasına engel olmaya çalışmaktadırlar.
Bunlar, ilk olarak İslam’ın insanlara öğretilmesini ve anlatılmasını sağlayan Ulema sınıfını ortadan kaldırmakla işe başlamışlardır. İslamın eğitim ve öğretim yuvaları olan medreseler öncelikli olarak tesirsiz kılınmış, işlevleri ortadan kaldırılmış, islamı öğrenme ve öğretme yuvaları ortadan kaldırılmıştır. Bunun akabinde cenazeleri bile kaldıracak kimsenin kalmadığı bir dönemin ardından bu açığını kapatacak imam Hatip Liseleri kurulmuş dini işlevi bunlarla kapatma yoluna gidilmiştir.
Netice olarak dini öğrenmek ve yaşamak için bilgi edinilecek mektepler işlevsiz hale getirilmiştir. İlim öğrenme ve öğretme yuvaları olan bu mektepler ilim vermeyecek hale gelmiştir artık. Bu da yetmezmiş gibi ilim sahibi olan âlimlerin sözleri yerine, ilim ve irfandan nasibini almamış, takva fukarası, topluma maskara olan ve islamı da maskaralıkmış gibi göstermek isteyen sefih insanlar, âlim olarak tanıtılmaya çalışılmıştır.
Günümüz iletişim araçlarının başını çeken görsel ve yazılı basın, maskara tipli, itici, İslam’dan nasibini almamış bu tür insanlara sıklıkla yer vererek İslam ve İslam âlimlerini onların şahsında tanıtmaya çalışmaktadırlar. Böylelikle islamı ve Müslümanları küçük düşürmeyi, değersiz ve gülünç kılmayı hedeflemektedirler. Bunlar tabi ki islamın aleyhine olan tavır ve davranışlardır.
İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah ilmi, insanların içinden zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulema’yı kabzetmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar." (Buhari, İlm 34)
İslamı canı ve kanı ile besleyen, âlim, muttaki, ihlâslı, dünya ve dünya çirkefliklerinden uzak ulemanın eserlerinden faydalanılmalıdır. Bunun tek yolu da islamı öğrenmek, öğrendiklerimizi kendi şahsımızda fiiliyata geçirmek, yani islamı yaşamak ve bu yaşadığımız İslam’ı çevremizde yaşatmaktır.
Bu gün bizlerin öncelikli meselesi ailelelirimizin eğitimidir. O halde önce ailemizle ilgilenmeliyiz. Ailesine yardımcı olamayan bir kimsenin başkasına yardımcı olması mümkün değildir. Mümkün mü dür ki bir insan ailesini ateşte bıraksın da başkasını ateşten kurtarmaya çalışsın? Bu nasıl mümkün olabilir? Nasıl bu mümkün değilse, ailesine karşı görevini yerine getirmeyen bir insanın başkasına da aynı şekilde faydası mümkün olmayacaktır.
Her Mü’minin evi ailesi için bir medrese olmalıdır. Bunun için de ailemizle hafta da en az bir gece bile olsa aile toplantıları düzenlemeliyiz. Bunu düzenli bir şekilde sürdürmeli, ailelerimizin sorunlarını bu gecelerde irdelemeli, çocuklarımızın maddi manevi sorunlarına çözümler bulmalıyız. Gerektikçe tavsiye ve nasihatlerde bulunulmalı, çözüm bulamadığımız konularda uzman kişilerden faydalanmalıyız. Okuldaki derslerin değerlendirilmesi, dininin öğrenilmesi, İslamın şartları, imanın şartları, Peygamber Efendimizin hayatı, Kur’an’ı Kerim’in emirleri bu gecelerde çocuklarımıza anlatılmalıdır. Her aile reisi kendisi, eşi veya çocuklarının yardımıyla İslamı öğrenmeye veya öğretmeye gayret etmelidir. Değişik âlimlerden ve kitaplardan nelerin öğrenilebileceği araştırılabilir, ilk olarak farzlar ve haramlar işlenebilir. Siyer, İman ve akide konuları anlatılabilir.
Unutulmamalıdır ki aile reisi olan her şahıs o aile için bir uyarıcı, bir öğretici, bir tebliğci olmak zorundadır. İslami içerikli hikâye, roman, film, belgesel, şiir, ilahi ve buna benzer görsel ve yazısal, her ne varsa ailesine okutmalı ve izletmelidir. Kültür olarak ailesinin İslam kültürü ile yoğrulmasına gayret etmelidir. Aile fertlerinin camilere ve manevi etkinliklere katılmasına özel önem vermelidir. Özel gün ve gecelere mümkün mertebe ailece katılarak ailesinin toplumsal inanç birliğini elde etmesini sağlamalıdır. Kadir gecesi, Kandil geceleri gibi mübarek ve bereketli gecelere gerekli önemi verip bu gecelerdeki birlikteliklere ailece iştirak etmeli, gecenin öncesi veya sonrasındaki günü, ailece oruçlu geçirmeye çalışmalıdır.
Her ne pahasına olursa olsun, ailesinin içinde Kur’an öğrenimi ve öğretimini gerçekleştirmelidir. Her Müslüman aile, Kuran’ı öğrenmek zorundadır. Kur’an Mü’min için ruhtur, hayattır, şifadır, ümittir, kurtuluştur, rahmettir, berekettir, bolluktur, kazançtır, hayatın anlamıdır, karanlıktan kurtuluştur, zulumattan aydınlığa çıkıştır. O halde Kur’an’ı Kerim’i sadece mealle bilmek yeterli değildir. Kur’an öz yapısıyla Allah’ın indinden indiği gibi okunmalıdır. Ayet ayet, sure sure işlenmelidir. En az hafta da bir kez bile olsa ailece oturup halka şeklinde Kuran’ı Kerim tilaveti yapılmalıdır. Günde en az bir kez bile olsa ailece cemaatle namaz kılınmalı, tesbihatlar hep birlikte yapılmalıdır. Hep birlikte eller Allah’a açılıp toplu halde ailece Allah’a dua edilmeli, hep birlikte Allah’tan istenmelidir.
İslamı anlatma adına gecemizi gündüzümüze katıp, sağda solda, sokakta caddede, gece gündüz İslamı anlatıp ailemizin içine geldiğimizde bunu anlatmıyorsak, dışarıda sıradan birine gösterdiğimiz ilgi ve iltifatı kendi öz evlatlarımıza ve aile fertlerimize göstermiyorsak o zaman durup düşünmemiz gerekir. Dışarıda İslamı anlatmak ve yaşatmak için gösterdiğimiz cehd ve gayreti aynı şevk ve azimle aile efradımıza da göstermeliyiz. Unutmamalıyız ki birinci dereceden sorumlu olduğumuz, sorumluluğumuz altında olmayan kimseler değil, sorumluluğunu üstlendiğimiz ailemizdir.
Ailesini ateşten kurtaramayanın başkasını ateşten kurtarması mümkün değildir.
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden mes'üldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mes'üldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mes'üldür."
(Buhârî, Ahkâm 1, Cum'a 11, İstikrâz 20, Itk 17,19, Vesâya 9, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâret 20, 1829; Tirmizî, Cihâd 27, 1705; Ebû Dâvud, İmâret 1, 2928)
Eğer bizler gerçek sorumluluğumuzu bilir, sorumluluğumuzun gereğini yerine getirirsek o zaman hiçbir güç ve kuvvet bizleri dinimizden, imanımızdan, Kur’an’ımızdan, İslam’ımızdan koparamaz. Bizleri Rabbimizden hiçbir şekilde uzaklaştıramaz.
Rabbimiz! Ayaklarımızı dinin üzerinde sabit tut, kaydırma. Bizleri topukları üzerinde gerisin geriye kaçanlardan eyleme. Son nefesimizi iman üzerine verenlerden eyle. Neslimizden salih insanlar çıkar… Âmin.
Muhammed Beksi