Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler."(Sebe, 28)
Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Herşey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü.
Ruhlar birşey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.
O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman
Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini,
hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan
değişimlerin en büyüğü idi.
İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden
geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın
Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh
ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile
yansımasını bulacaktı.
Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?
Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları
işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan
en önce onlar bu müjdeyi verdiler.
O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)
Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece,
içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri
gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece,
bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa,
Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği
arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.
Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve
dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına
anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu.
Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.
Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin
sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine
gelip ayıldığı sırada,
"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.
Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap
da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı.
Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.
"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya
kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)
Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..
Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en
hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya
getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek
olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."
Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi,
Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan
boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)
Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:
"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."
Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:
"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"
Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.
Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve
gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber
Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz
gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)
Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl
inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin
kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.
Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.
Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe
tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın
izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan
kaldıracaktır.(6)
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle,
ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu
geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine
yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden
biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir
saadettir.
andolsun, Allah'ın rasûlünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe
kavuşmayı umanlar için ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek
vardır." (Ahzâb, 21)
Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nâil eylesin